Portekiz Gezi Notları


Madrid'e yerleştikten sonra ilk yurt dışı seyahatimiz Portekiz'e oldu. İspanya'nın komşusu olan Portekiz'de görülmeye değer pek çok yer olduğunu biliyorduk ancak zaman kısıtı nedeniyle bu yerler arasından bir seçim yapmamız gerekiyordu. Neyse ki gezi dönüşü, belirlediğimiz güzergahtan oldukça memnun kaldık :)



İspanya ile Portekiz arasında ulaşım seçenekleri oldukça çeşitli. Bütçene ve zamanına göre uygun bir yol mutlaka buluyorsun. Mesela Madrid'ten otobüs, tren ya da uçak ile Porto veya Lisbon'a gitmek mümkün. Daha hesaplı bir yol ise, o güzergahta özel araçlarıyla seyahat edenlere yol arkadaşı olmak.


Biz gidiş-geliş için Rynair ve Easyjet'in ucuz bilet imkanlarından yararlanmak suretiyle hava yolunu tercih ettik.

2015 yılı Nisan ayında gerçekleştirdiğimiz ve yaklaşık 1 hafta süren seyahatimize, Porto'dan (kuzeyden) başladık.
Sonra sırasıyla Aveiro ve Coimbra'da konakladık. Son olarak Lisbon'da geçen 3 güzel günden sonra Portekiz'den ayrıldık.





Portekiz'de şehirler arası ulaşımda hiç sıkıntı çekmedik, çok rahattı. Trenin yanında otobüsler de şehirler arası ulaşımda kullanılıyor. Ancak biz treni tercih ettik.

PORTO


Portekiz’de kısıtlı sürede maksimum yer görebilmek ve bir o kadar keyif alabilmek için detaylı bir plan yaparak yola çıktık. Ancak hava durumu tahminlerini dikkate almayı atlamışız. İlk durağımız Porto’da yağmurlu bir gün bizi bekliyordu.

Porto havaalanından merkeze ulaşım çok rahat, yarım saatlik bir metro yolculuğundan sonra merkezdeydik. Metro biletleri otomatik makinelerden alınıyor, aynı İspanya'daki gibi. Ancak Portekiz’de bilet makinelerinin başında yardımcı olacak personel de daima oluyor, ya da bize öyle denk geldi. Bileti metroya binmeden önce okutmayı unutmamak gerekiyor. Turnike sistemi yok, sadece bilet okutma makineleri var. Turnike olmadığından her yer açık, direkt trene geçebiliyorsun, ancak biniş kartını girişte okutmayı unutmamak gerekiyor. Arada yapılan kontrollerde yakalanırsan yüklü bir cezası varmış.

Avenida de los Aliados
Porto merkeze geldiğimizde önce otele eşyalarımızı bıraktık ve hemen ardından şehri keşfetmeye koyulduk. 

İlk durağımız Avenida de los Aliados oldu. Elimizdeki haritaya dahi bakmadan yürümeye başladığımızda kendimizi burada bulduk. Geniş bir cadde burası. Bir ucunda Praça de Liberdade ile birleşiyor. Bu arada buraya geldiğimiz zaman karşılaştığımız kalabalık ekstra bir kalabalıkmış, sonradan eylemcileri görünce anladık. Böylece buralara kadar gelmişken banka çalışanlarının bir protestosuna da tanıklık etmiş olduk.

Önce yol yorgunluğunu atmak ve biraz enerji toplamak adına bir şeyler atıştırmanın iyi olacağına karar verdik. Ne yiyeceğimizi biliyorduk, çünkü dersimize iyi çalışmıştık :) Kafelerin menülerine ve fiyatlara bakarak (tüm kafe ve restaurantların kapısının önünde görebilirsiniz) içlerinden fiyatları makul ve içimize sinen bir tanesine girdik. Burada pek tabi “Francesinha” sipariş ettik. Muhteşem bir lezzetti. Öncesinde gelen çorbanın ise tadı damağımızda kaldı.

Francesinha (sağdaki)
Bu ilk yemek tecrübesi Portekiz yemekleri ile ilgili yapılan tüm övgülerin haklı olduğunu bize gösterdi. İspanya’dan sonra burada en çok hoşumuza giden şey porsiyonların büyük ve doyurucu olması oldu. Lezzetine zaten diyecek yoktu.

Enerjimizi depoladıktan sonra bulvardaki turist otobüsleri
noktasına gittik. Porto’da 1 gece konaklayacağımız için  turist otobüsleri bizim için biçilmiş kaftandı. İki gün geçerli biletlerimizi kişi başı 13 € dan aldık ve otobüse atladık. Şehri önce otobüsle turlamak şehir hakkında bir fikir edinmemizde bize yardımcı oldu. 



Porto'dan Manzaralar

Otobüsle bir tam tur yaptıktan sonra, ki bu yaklaşık bir buçuk saat sürüyor, belirlediğimiz bir noktada inerek şehri yürüyerek keşfetmeye devam ettik. 


Ayrıca turist otobüslerinin en sevdiğimiz yanı ise bize bazı şarap evlerinde o ünlü Porto şaraplarını tatma imkanı sunması oldu. Üç farklı noktada bu imkandan yararlandık ve Porto şaraplarının lezzet dünyasında kelimenin tam anlamıyla mest olduk. Şaraplarını tattığımız işletmeler Gaia bölgesindeydi. Bu vesileyle bu bölgenin yürüyerek de tadını çıkarmış olduk.






Şehri ortadan bölen Rio Douro (Douro Nehri) müthiş.. Hangi taraftan bakarsan bak karşısından baktığın tarafa aşık oluyorsun ve gerçekten seçim yapmak çok zor. Gaia tarafındayken teleferik aklımızı çeldi. Bir de turist otobüsü müşterilerine %10 indirim varmış, biz de fırsatı değerlendirdik. Turistleri bağlama stratejileri takdir edilesi gerçekten.

Teleferikte tek yön bilet aldık. Amacımız bu güzel manzaraya bir de yukarıdan bakma isteğiydi. İyi ki de öyle yapmışız. Aşağıdan yukarı çıktığımızda güzel fotoğraflar çekme imkanı bulduk. Aşağı inmek zaten yürüyerek 10-15 dakika, yokuş aşağı olduğu için zorlanmıyorsun da. Dolayısıyla böylesi çok daha güzel oldu. Bu arada yolda bir 'churro' satıcısı gördük. Porto’nun pudra şekerine daldırılıp ikram edilen 'churro' larına da bayıldık.



Teleferik


Sonunda gün boyunca kara bulutların hakim olduğu gökyüzü artık kendini tutamadı ve yağmur var gücüyle yağmaya başladı. Biz de bu sırada nehrin diğer tarafına geçmeye başlamıştık. Ponte D Luis I’ den (Luis I Köprüsü) geçerken yağmurun da katkısıyla tadına doyulmaz bir manzarayla gözlerimiz banyo yaptı. 

Ribeira tarafına geçtiğimizde artık hem karnımız acıkmış hem de yağan yağmur bizi bir yere sığınmaya zorluyordu.








Belki bunun da etkisiyle bilemiyorum tüm kafe-restaurantlar gözümüze çekici göründü :) Yine fiyatları da makul bir seçim yaparak manzarası güzel bir yere oturduk. Burada da yine Porto’ya özgü Tripeios’u sipariş etik. Siparişten önce masaya bazı başlangıçlar getirdiler. Bunların ikram olmadığını ve ayrı ücret gerektirdiğini bildiğimizden sadece “bacalhau” denemek istedik. İçecek olarak da elbette Porto şarabı söyledik. Bu arada Portekiz’de porsiyonların büyük olduğunu söylemiştim. Bu nedenle “Tripeios” dan bir adet ancak iki servis istedik. Çok isabetli olmuş, çünkü yemeği tencere ile getirdiler :) Hepsini yiyemedik. Böylece iki kişilik akşam yemeğine 20 € luk bir hesap ödeyerek oradan ayrıldık.


'Tripeios' (üstte) 'Churro' (sol altta)

Bu arada yağmur biraz azalmıştı ve biz de yürümeye devam ettik. Porto’da yoğun bir martı nüfusu var. Sanki Porto’nun yarısı martılardan yarısı insanlardan oluşuyormuş gibi :) Bu kadar çok martı olmasına rağmen yağmurun da katkısıyla(!) iyi bir martı karesi yakalayamadım ya ona yanıyorum. 









Sırılsıklam bir vaziyette otele vardığımızda akşam 22:00 olmuştu. Ertesi gün Aveiro’ya gideceğimiz için erkenden uyuduk. Hatta yorgunluktan bayıldık. Kaldığımız oteli bir karı-koca çift işletiyordu. Çok samimi, güler yüzlü insanlar. Bizimle ısrarla Portekizce konuşmalarına rağmen nasıl anlaştığımız konusunda hala bir fikrim yok.:)





Kahvaltıdan sonra otelden çıkışımızı alıp tekrar yola koyulduk. Merkeze doğru yürürken yol üstünde bir mezarlık gördük ve girdik içeri. Portekiz’in toplum yapısı, insanının inanç dünyası hakkında da fikir edinmemize katkıda bulunan bu gezi de Portekiz’de aile bağlarının da çok kuvvetli olduğunu anladık.


Torre Dos Clerigos


Buradan çıkınca ünlü Torre dos Clerigos (Kule)’a gittik. Şehir manzarasına son bir kez de Kule’den bakıp, Porto’dan ayrılacaktık. Kule’ye çıkmak sabır istiyor öncelikle onu söyleyeyim. Yukarıya çıkış için kullanılan merdivenler çok dar. Bir de buraya ilgi yoğun olunca, kalabalıkta oldukça daralabiliyor insan. Ama yukarıda sizi ferah ve güzel bir manzara bekliyor. Yine de bu dar merdiven ve kalabalık dolayısıyla zorlu tırmanış biz de minik bir kule fobisi oluşmasına yol açtı, belirteyim :)





Lello Kitapçısı



Bu arada Lello kitapçısı Kule’nin çok yakınında. Tabiî ki 
uğramadan geçmedik.

Son olarak Porto’da görülmesi gereken yerler arasında sayılan Sao Bentro Tren İstasyonu’na Aveiro’ya gitmek üzere geldik. 






Sao Bentro Tren İstasyonu 






Bu tarihi tren istasyonu da mutlaka görülmeye değer. Zaten şehir merkezinde, ayrıca estetik, tarih ve sanat hepsini içinde barındırıyor. Biz de 13:00 treniyle Aveiro’ya gitmek üzere bu güzel şehirden son olarak bu etkileyici tren istasyonunu görerek ayrıldık.









AVEİRO


Porto Sao Bentro Tren İstasyonu’dan ayrıldıktan yaklaşık bir saat sonra Aveiro’ daydık. Tren biletleri yaklaşık 3,5 € ve tren yolculuğu temiz, rahat, güvenli ve ayrıca kısa sürüyor..:) Öğleden sonra geldiğimiz Aveiro’da akşama kadar vaktimiz vardı. Buradan Coimbra’ya geçmeyi ve gece orada konaklamayı planladık.


Tren istasyonundan Aveiro’nun şehir merkezine yaklaşık yarım saat yürüdük. Bu arada sırt çantamızın kolu koptuğu için yeni bir çanta edinmemiz gerekiyordu. Yol üstünde tesadüfen karşımıza çıkan Çinli bir esnafın dükkânından, neyse ki bizi eve dönüşümüze kadar idare edecek, bir çanta aldık. Eve geldiğimizde bu çanta da son nefesini verdi. Böylece ucuz mal alacak kadar zengin olmadığımızı bir kere de daha anlamış olduk.

Merkeze doğru ilerlerken Aveiro bizi pek şaşırtmadı. İki tarafında mağazaların olduğu geniş bir caddede ilerliyorduk ve sonunda merkeze ulaştık. İşte asıl o zaman buraya niye geldiğimizi hatırladık. Aveiro’nun kanalları meşhur. Hatta Portekiz’in Venedik’i olarak anılıyor burası.


Tabii buraya gelmişken bir kanal turu yapmak kaçınılmazdı. Rehberin bilgilendirici anlatımıyla yaklaşık elli dakika süren keyifli bir kanal turu yaptık. Hava çok bulutlu olmasına rağmen neyse ki burada yağmura yakalanmadık.

Burada bir şeyler atıştırıp geç kalmadan yola koyulmak iyi olacaktı. Biz de öyle yaptık. Yine muhteşem leziz yemekler yedik. Portekiz yemek konusunda gönlümüzü ve midemizi kesinlikle fethetti.





Coimbra’ya gidiş biletini almak üzere tren istasyonuna geri döndük. 17:50 de hareket edecek tren için kişi başı 5,25 € olan biletlerimizi aldıktan sonra bir süre istasyonda beklememiz gerekti. Sonunda tren geldi ve Coimbra’ya yolculuk başladı.


COİMBRA


Yaklaşık 1 saat sonra Coimbra-A tren istasyonundaydık. Coimbra-A merkeze ve bizim otelimize daha yakın olduğu için biz burada trenden indik. Coimbra’da iki tren istasyonu olduğunu ve kalacağınız yere göre hangisinin size uygun olduğunu önceden bilmeniz de yarar var. Konaklayacağımız oteli Coimbra Üniversitesi ve Botanik Parka, ki buralar Coimbra’da görülmesi gereken bir numaralı yerler, yakın seçmiştik ancak tren istasyonundan otele ulaşmak pek kolay olmadı. Bunda yardım istediğimiz yerli halkın yolu bilmese de yardım etmeye çok istekli olmasının katkısı büyüktü :)

Neyseki bir saatlik bir arayıştan sonra otelimizi bulduk. Eşyaları bırakıp biraz soluklandıktan sonra kendimizi dışarı attık.

Santa Cruz Kilisesi (üstte)
Öğrenci şehri olan Coimbra gece cıvıl cıvıldı. Üniversitelilerin mezuniyet kutlamalarına denk gelmiş olmamız ise ayrı bir şanstı. Otelden çıktığımızda merkeze nasıl gidebiliriz diye sorduğumuz bir amca bize Santa Cruz kilisesinin yanındaki Kafede Fado gecesi olacağını söyledi ve oraya gitmemizi önerdi. Biz de tabi soluğu orada aldık. Gerçi amca yanılmış Fado gecesi ertesi akşammış ama olsun sayesinde başka bir etkinliğe tanıklık ettik. Şehrin gençlik korosundan öğrenciler gruplar halinde performanslarını sergilediler ve bize Porto şarapları eşliğinde unutulmaz bir gece yaşattılar. Sanatla meşgul olan bu gençlerin yüzüne yansıyan güzellik bizim gözlerimizi kamaştırdı.



Botanik Bahçe ve Sky Garden
Ertesi gün kahvaltıdan sonra otelden ayrıldık. İlk durağımız Botanik Park (Jardim Botanico) gerçekten büyüleyiciydi. Coimbra zaten oldukça yeşil bir şehir. Bu yeşilliğin en önemli kısmını Botanik Park oluşturuyor. Bizi içerde en çok etkileyen ise skygarden bölümü oldu. Bir ağaçtan diğer ağaça bağlanan mekanizmalar, düzeneklerle farklı bir spor etkinliğine ev sahipliği yapan skygarden Coimbra’da biz sadece gezmekle yetindik. Çocuklar için de yetişkinler için de mümkün olan bu etkinlik doğayla iç içe muhteşem bir adrenalin yaşamaya imkan tanıyor.

Buradan istikameti üniversite’ye çevirdik. Coimbra’nın çok önemli olan bu tarihi üniversitesi de mimari açıdan oldukça büyüleyiciydi. 



Coimbra'dan Manzaralar
Artık hedefimiz, Coimbra-B tren istasyonu (Lisbon’a giden trenler buradan geçiyor.)  istikametinde Coimbra’nın sokaklarında yürüyerek şehri görmekti. Son olarak Lisbon’a gitmek üzere şehirden ayrılacaktık. Nitekim öyle yaptık. Bu arada yol üstünde gördüğümüz pastanelerde gözümüze takılan tatlıları da denemeden geçmedik.

Coimbra’dan Lisbon’a yaklaşık 2 saat 15 dakika süren keyifli bir tren yolcuğu yaptık. Trende wi-fi olması sevindiriciydi :) Bu arada tren biletleri önceki yolculuklara göre biraz daha pahalıydı belirteyim. Kişi başı 22,80 € ödedik.





LİSBON


Lisbon’da Tren istasyonu aslında merkezi bir yerde, Bairro Alto bölgesindeki otelimize de kolaylıkla gidebileceğimiz bir yerde bulunuyordu. Ancak oraya vardığımızda elimizde bir Lisbon haritasının olmaması ve turist information’ ın kapalı olması otele ulaşmamızda biraz sıkıntı yaşamamıza neden oldu. Gerçi sıkıntı yaşadık belki ama şehrin Alfama bölgesini de bu arada görmüş olduk.:)

Tren İstasyonu
Sonunda mecburen turistler için hediyelik eşya satan bir dükkandan Lisbon haritası aldığımızda aslında otelimizin de çok merkezi bir yerde olduğunu gördük. Tabi artık çok geçti ve yorulmuştuk. Biz de bir an evvel otele varmak için tuk-tuk kiraladık. Tuk-Tuk ne diyeceksiniz.:) Tüm Portekiz’de görebileceğiniz ama Lisbon’da adım başı her yerde karşınıza çıkan tuk-tuk özellikle Lisbon’un dar sokaklarında çok elverişli, turistik tur ve ulaşımda kullanılıyor.

       

        





Porto, Aveiro ve Coimbra’dan sonra kalabalık ve hareketli Lisbon’un havası bambaşkaydı. Otelimize yerleştikten sonra bulunduğumuz bölge Bairro Alto’dan Rio Tejo’ya (ilk önce deniz sandığımız nehire) doğru, yokuş aşağı yürüdük. Böylece Ticaret Meydanını gece gözüyle görmüş olduk. Biraz turladıktan sonra otelimizin bulunduğu bölgeye geri döndük. Tesadüfen oturduğumuz bir restaurantta yediklerimiz bütün günün yorgunluğunu üzerimizden attı. Bacalhau ve tuna balığı sipariş ettik ve elbette bir sürahi de sangria istedik. Çok mükemmel bir akşam yemeğiyle 2 kişi 35 € hesap ödeyerek geceyi noktaladık.



Yediklerimizin tadı damağımızda kaldı..:)
Ertesi sabah sağlam bir kahvaltı yaptıktan sonra yine yollardaydık. Lisbon’da 2 gece daha konaklayacaktık ve görülecek çok yer vardı. Tabi önceliklerimizi belirleyerek ona göre hareket etmek gerekiyordu. Burada turist otobüslerini tercih etmedik. Bunun nedeni Lisbon’a giden herkesin bildiği 28 numaralı tramvay :) tüm şehri bu tramvayla turlayabiliyorsun ve müthiş eğlenceli. Ayrıca Lisbon’da ulaşım için günlük kart aldığında bir gün boyunca tüm metro, otobüs ve tramvaylarda kullanabiliyorsun. Biz de 6 € ya aldığımız günlük kartlarla Lisbon’nun bütün ulaşım imkanlarını sonuna kadar kullandık. Böylece hem tüm önemli turistik noktaları görmüş olduk, hem de Lisbon’da gündelik yaşamın içine girmiş olduk.


'Meşhur' 28 Numaralı Tramvay

Bairro Alto’dan aşağı inip Ticaret Meydanı’ndan Rua Augusta boyunca yukarı yürüdüğümüzde Rossio Meydanı’na geldik. Gelmişken  Rossio Tren İstasyonu'nun da nerede olduğunu öğrendik. Ertesi gün Sintra, Cabo da Roca ve Cascais’e gitmeyi planladığımız için buranın yerini bilmek ertesi gün için işimizi kolaylaştıracaktı.

Sonra günlük ulaşım kartlarımızı alarak Belem’e doğru yola koyulduk. 15 nolu tramvayla yaklaşık yarım saat sonra Belem’deydik. Belem’de görülmesi gereken yerleri tramvaydan indikten sonra ters istikamette (Lisbon’a doğru) kıyı boyunca yürürken sırasıyla görüyorsunuz. Torre de Belem, Kaşifler Anıtı (Monuments to the Discoveries), Manastır (Jeronimos Monastery) ve Belem Pastanesi (Pastais de Belem). Belem Pastanesinde ünlü Belem tatlısının tadına bakmadan geçmek olmazdı. Her ne kadar kapısında uzun bir kuyruk olsa da bekledik ve beklediğimize değdi. Bu arada 24 Nisan Köprüsü bu kıyıdan güzel poz veriyor. Bu pozlara biz de karşılık verdik, güzel fotoğraflarımız oldu.


Belem'den Görüntüler


Buradan Alfama bölgesine döndüğümüzde akşamüstü olmuştu. Dar sokaklarda yürürken zamanın nasıl geçtiğini ve ne kadar yorulduğunu anlamıyor insan. Ama akşam yemeği yine muhteşemdi ve bütün yorgunluğumuz leziz yemekler sayesinde bitti gitti. Bu sefer sardalya ve yine bacalhau sipariş ettik pek tabii sangria ile birlikte. Sonra otele döndük ve Bairro Alto bölgesinde o çok övülen kokteylerden birkaç tane denedik. Lisbon yoğun turist alan bir bölge olmasına rağmen yeme-içme konusunda diğer Avrupa ülkelerine göre çok ucuz belki ama yemeklerin lezzeti paha biçilemez.



Sintra- Cabo da Roca- Cascais Güzergahı
Ertesi sabah iyi bir uyku ardından sağlam bir kahvaltıyla güne hazırdık. Bugün Sintra, Cabo da Roca ve Cascais’i görmeyi planlıyorduk. Rossio tren istasyonuna vardığımızda uzun bir kuyruk bizi bekliyordu. Burada güvenlik görevlileri ve danışmadaki görevliler bize oldukça yardımcı oldu. Gideceğimiz yerleri söyleyince kombine bilet almamızın daha uygun olacağını söylediler. Biz de gittiğimiz bölgede tüm tren ve otobüslerde günübirlik geçerli olacak biletimizi kişi başı 15€ ya aldık.




Sintra’ya vardığımızda tren istasyonundan çıkınca hemen otobüs durağında sıraya girdik. Sıradayken görevli geldi ve biletlerimizi damgaladı. Daha sonra bizi Pena Sarayı’na götürecek otobüse atladık. Sanırım 435 numaralı otobüstü. Bu otobüste Türkiye’den yeni evli bir çiftle tanıştık. Gezinin kalan kısmında hep beraberdik ve bu güzel tesadüf gezimizin daha renkli geçmesine vesile oldu. Zaten insan hayatında yeni yerler görmek kadar yeni insanlar tanımak da önemlidir. İnsan hayatını zenginleştirir, renklendirir, hayata değer katar.

Pena Sarayı
Pena Sarayı ihtişamlı, renkli, iç açıcıydı ve kocaman bir ormanın içinde çiçek gibi görünüyordu. Masal gibi ya da rüya. Sintra’da pek çok saray, görülecek pek çok yer var ancak süre kısıtı insanı bir seçim yapmaya zorluyor. Biz de bu seçimi Pena Sarayı’ndan yana kullandık. Sarayın içine değil ama bahçe ve terası için bilet aldık. (Kişi başı bilet ücreti: 10 €) O bile bizi büyülemeye yetti. Sarayın olduğu yerden tekrar otobüse binip Sintra merkeze indik. Küçük hediyelik eşyacılar ve dar sokaklarda yine zamanın nasıl geçtiğini anlamadık. Bir de buraya gelmişken Sintra tatlısı yiyip 2 tek ginja atmasak olmazdı. Artık yola çıkma zamanı gelmişti.

Cabo da Roca’ya gitmek üzere otobüs durağına yürüdük. Otobüsle bir saat kadar yol gittik. Bu arada en azından biraz oturup dinlenmiş olduk. Sonunda Cabo da Roca’daydık. Avrupa’nın en batı noktasından okyanusa bakmak farklı bir duygu. Gökyüzüyle birleşen uçsuz bucaksız okyanus, sarı çiçekleriyle renklenmiş yeşil örtülü dağların verdiği duygu klişe olacak ama anlatılmaz yaşanır.

Sözcüklerimin yetmediği bu noktada Cabo da Roca'daki hislerimi aşağıdaki kısa videoda derlediğim fotoğraflarla Evgeny Grinko'nun Valse'i eşliğinde biraz olsun anlatmaya çalıştım.





Unutulmaz anlar yaşadığımız Cabo da Roca’dan ayrılıp otobüsle Cascais’e doğru yola çıktık. Gün batımında vardığımız Cascais keşke benim de burada bir yazlığım olsaydı dedirten bir sahil kasabası. Etrafta kısa bir tur attıktan sonra yine kendimizi güzel bir restaurantta bulduk. Lisbon’daki son gecemizde yine güzel bir ziyafet çektik. 21:30 treniyle merkeze dönmek için yola koyulduk, otele vardığımızda saat 23:00 olmuş bile. Yorgunluk hat safhada olunca uykuya dalmak hiç zor olmuyor.

Lisbon’da son günümüzde kahvaltıdan sonra otelden çıkış yaptık. Uçağımız öğleden sonra olduğu için şehirde kısa bir gezinti yapmaya zamanımız vardı. Bu süreyi hediyelik eşya dükkanlarında geçirdik. Ee tabi bir kafede oturup FADO müziği eşliğinde nata (Belem tatlısına böyle deniyor) yerken çayımızı yudumlamak ayrı bir keyifti.






Lisbon Havaalanı Metro İstasyonu Duvarları
Lisbon’dan ayrılmadan önce şehrin bize son sürprizi havalimanına gitmek için metroya binmeden önce Ticaret Meydanı’nın orada dünyanın en seksi tuvaletinin gözümüze çarpması oldu. İnsanda merak uyandıran bu yeri de gördükten sonra artık hava alanındaydık.

Lisbon havaalanınına vardığımızda metro istasyonunun duvarlarına Portekizli önemli isimler resmedilmiş. Adım başı bir başka isimi görerek Lisbon’dan ve Portekiz’den ayrıldık. İyiki gelmişiz ve umarız bir daha yolumuz düşer diyerek…